Evim Yeşil Alan Gözüküyor Ne Yapmalıyım? — Adalet, Eşitlik ve Empatiyle Bir Mücadelenin Hikâyesi
Bazen bir sabah uyanırsınız ve belediyenin yeni planında evinizin “yeşil alan” olarak göründüğünü fark edersiniz. O an kalbiniz sıkışır, çünkü bu sadece bir parsel değil; anılarınız, emeğiniz, çocuklarınızın oynadığı bahçe, yaşamınızın temeli oradadır. İşte tam da bu noktada mesele, yalnızca mülkiyet hakkı değil; aynı zamanda adalet, eşitlik ve toplumsal duyarlılık meselesine dönüşür. Bu yazıda, “evim yeşil alan oldu” krizini bir şehir planlama sorunundan öte, sosyal bir hikâye, toplumsal bir sınav olarak ele alıyoruz.
Yeşil Alan = Kamusal Fayda mı, Yoksa Bireysel Kayıp mı?
Yeşil alan planlaması, şehirlerin nefes alması için elzemdir. Fakat mesele şu: bu planlar yapılırken kimin nefes aldığı, kimin boğulduğu çoğu zaman sorgulanmaz. Kadınlar genellikle bu süreçte evin duygusal merkezini korumaya çalışan, topluluk bağlarını önceleyen bir refleksle hareket eder. Erkekler ise “nasıl çözeriz, dava mı açarız, iptal mi ettiririz?” diyerek sistemin mekanizmalarını çözmeye odaklanır. Oysa bu iki yaklaşım bir araya geldiğinde gerçek denge ortaya çıkar: Empatiyle adalet arayışı, analitik düşünceyle çözüm üretimi.
Toplumsal Cinsiyet Perspektifi: Mülkiyet ve Görünmeyen Emek
Evin “yeşil alana” dönüşmesi çoğu kadını sadece maddi değil, duygusal olarak da sarsar. Çünkü ev, kadınlar için genellikle “bir mülk”ten çok daha fazlasıdır. Orası emeğin, bakımın, güvenliğin mekânıdır. Peki şehir planlaması bu görünmeyen emeği hesaba katıyor mu? Kamusal alan yaratırken özel yaşamın duygusal yükünü kim üstleniyor?
Erkekler içinse bu durum, genellikle “mülkiyet hakkının gaspı” veya “hukuki bir mücadele alanı” olarak görülür. Ancak her iki bakış açısı da değerlidir; çünkü biri yıkımı duygusal düzlemde hissederken, diğeri bu yıkıma sistem içinde bir yol bulmaya çalışır. Toplumsal cinsiyet farklılıkları burada bir çatışma değil, tamamlayıcılık olarak okunmalıdır.
Çeşitlilik ve Sosyal Adalet Bağlamında Yeşil Alan Politikaları
Yeşil alan politikaları çoğu zaman “kent estetiği” veya “çevresel sürdürülebilirlik” argümanlarıyla meşrulaştırılır. Ancak gerçek şu: Bu kararların arkasında çoğu zaman sınıfsal, bölgesel ve politik dengeler vardır. Kimin evi “yeşil alan” olur? Kimin mahallesi dokunulmaz kalır? Bu sorular, şehir planlamasının sosyal adaletle ne kadar uyumlu olduğunu gösterir.
Çeşitlilik perspektifi burada kilit rol oynar. Planlama masalarında yalnızca teknik uzmanlar değil; kadınlar, gençler, yaşlılar, engelliler ve dezavantajlı gruplar da olmalıdır. Çünkü “yeşil alan” dediğimiz şey, yalnızca bir harita rengi değil, toplumsal temsil meselesidir. Bir mahalledeki kadınların parkta çocuklarını güvenle oynatabilmesi, o parkın kimin bedeliyle yapıldığına bağlıdır.
Hukuki Süreç: Hakkını Aramak Adaletsizlikle Barışmak Değildir
Eviniz yeşil alana dönüştüyse, bu süreçte ilk adım belediyenin imar planını incelemektir. İtiraz süresi genellikle planın askıya çıkmasından itibaren 30 gündür. Bu süre içinde dilekçe vererek plan değişikliğine itiraz edebilirsiniz. Eğer plan kesinleşmişse, idari yargı yoluna başvurulabilir. Burada önemli olan, “ben tek başıma ne yapabilirim” düşüncesine teslim olmamaktır. Topluluk olarak hareket etmek, özellikle kadınların dayanışmasıyla bu süreci görünür kılmak çok daha etkilidir.
Toplumsal Sorumluluk: Kentler Sadece Beton Değil, İnsanların Hayatıdır
Bir evin “yeşil alan” olması, bir ailenin hayatının griye dönmesi anlamına gelmemeli. Eğer gerçekten “yeşil bir gelecek” istiyorsak, planlamayı yalnızca doğa için değil, insan onuru ve eşitlik için de yapmalıyız. Adil planlama, “bazılarının evini alıp diğerlerine park yapmak” değildir. Adil planlama, herkesin nefes alabileceği, herkesin sesini duyurabildiği bir süreçtir.
Okura Sorular: Birlikte Düşünelim
- Bir evin “yeşil alan” olarak tanımlanması çevreyi mi, yoksa insanı mı koruyor?
- Şehir planlaması süreçlerinde kadınların ve farklı toplulukların sesi ne kadar duyuluyor?
- Gerçekten yeşil bir şehir mi istiyoruz, yoksa yalnızca “yeşil görünen” bir adalet mi?
Sonuç: “Yeşil” Her Zaman Umut Rengi midir?
Belki de mesele, “evim yeşil alan oldu” demek değil, “şehrim beni duyuyor mu?” demektir. Çünkü kent adaleti, sadece betonun nereye döküleceğiyle değil, o betonu kimin taşıdığıyla ilgilidir. Kadınların duyarlılığı, erkeklerin çözümcül enerjisi ve tüm topluluğun dayanışması birleştiğinde; “yeşil” gerçekten umudun rengine dönüşebilir.
Şimdi söz sende: Senin mahallende, senin evinde, senin hikâyende adalet nasıl bir renge sahip?